27 Nisan 2015 Pazartesi

Yara’dan Bıçağa; Ömer Faruk





Kocam eline hangi kitabı alsa ona meylederim. Ona olan hayranlığımdan mı, onun kitaplarını okursam ona daha çok yakınlaşacağımı sanmam mı, bilmem. O ne okursa gözüm ona kayar. Bazen vapurda yanında oturanın gazetesini okur gibi, bazen de yanımda yokken gizli gizli kitabı karıştırır gibi bazense kitapta altını çizdiği satırları okurken yaklaşırım ona.

Ömer Faruk’un son kitabında, ne kapak tasarımı  ve Şükrü Argın’ın çarpıcı önsözü ne de deneme türüne getirdiği yeni soluktu beni çarpan. O kitabı kocamın alması ve okumak için sıraya koymasıydı beni cezbeden. Dolayısıyla hiçbir önyargı olmadan okuduğum kitap bende inanılmaz derin izler bıraktı.
Öncelikle açıklamakta fayda var, Ömer Faruk’un Yara Bıçak; “Banka soymuş bir devrimcinin samimi itirafları”’nda, ne banka soymuş bir devrimci var ne de samimi itiraf. Devrimcimiz banka soymaya yelteniyor fakat gerçekleştiremiyor, ve kitapta ben herhangi bir itirafa rastlamadım. Yara bıçak, insanoğlunun binlerce yıl önce başlamış olan yerleşikliğe geçme tarihini “göçebe düşünce” üzerinden tartışmayı deniyor. Metnin içinden felsefe de geçiyor, şiir de, şarkı da, sinema da.. 

Kendi samimi itirafım ise; hiçbir deneme bana bu kadar yakın gelmedi.

Ömer Faruk, Yarabıçak’ta Deleuze ve Guattari’nin “göçebe düşüncesi” üzerinden aynılaşmayı, düzene bağlılığı, düzenin varlığını ve hayatımızdaki “kodları” sorguluyor. Kodlanmış kişinin, bulanık, kaygılı düşüncelerini ve suçluluk, kin, intikam duygularıyla kuşatılmış yapay yaşantısındaki kontrolsüzlüğünü tartışıyor. Ve bunu şu çarpıcı hikayeyle taçlandırıyor. “Newyork’ta prime time programramlarında hep aynı dakikalarda reklama giriliyormuş. Reklam başlar başlamaz herkes tuvalete koştuğu için kanalizasyon boruları patlamaya başlamış. Televizyonlara müdahale edip reklam kuşaklarını kaydırmışlar. Tuvalet saatlerimiz bile kontrol altında! Kim benim bedenim diyorsa boş konuşuyor, bedeninin doğal güdülerinin bile kontrol altına alındığının farkında değil demektir.”

Mister Fa, askeri darbenin ardından Ankara’dan İstanbul’a kaçmış, daha çok saklanmaya çalışan devrimci bir gençtir. Polisten kaçarak yaşayan Mister Fa, okuduğu polisiye romanların etkisiyle, saklanmak için en güvenilir yerin Boğaz’ın kıyıları olduğuna karar verir ve bir akşam Boğaz’da Rakıyı Karanfille İçen Adam’la tanışır. Bir gece kim olduğunu bilmediği, hırsız bir çingene kadına rastlar. Banka soyguncusu devrimci , hırsız Çingeneye aşık olur ve o geceden sonra hayatı değişir.

Metinde bir taraftan olaylar ve siyasi gündem anlatılırken bir taraftan da “Derkenar “ ve “Fısıltı” yan başlıklarıyla çeşitli yazar, şair, sinemacı ve felsefecinin ( Marx, Adorno, Deleuze, Guattari, Ulus Baker, Cemil Meriç, Tanpınar, Kim Ki Duk gibi) eserlerinden alıntılar yer alıyor.

Yazarın metinde vurguladığı ve benim en çarpıcı bulduğum diğer mesele Çingeneler. Resmi dinleri, ulusları, ülke sınırları, orduları, milli marşları olmayan bir topluluk. Kimseyle bunlar adına büyük savaşlara girmemişler. Belli bir yere ve nesnelere bağlı değiller; dünü ve geleceği düşünmeden, anı yaşıyorlar. Eğlenceyi, müziği, dans etmeyi, içkiyi, gülmeyi seviyorlar, bedenleri ve zihinleri özgür. Yazara göre Çingeneler, kod’un dışına çıkmayı başarmış, yüzyıllardır iktidara karşı direnişini sürdüreb ender halklardan.

Kısaca kitap, bir yerde sonlanmıyor, Ömer Faruk’un son derece cüretkar metni cevapları değil, yeni soruları doğuruyor.


Yarabıçak- Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları, Ömer Faruk, 248 Sayfa İthaki Yayınları 2014